istanbul'da iki gündür yaprak yağmuru var.
çok romantik oldu değil mi? aslında gerçeğin ta kendisi. bilirsin ki vıcık vıcık romantizm en tahammül edemediğim.
koluma, yüzüme, otobüsün camına, çantamın üstüne, ayağımın tam önüne döne döne konan yapraklar var. gökyüzünden yağmur gibi yağıyorlar. ve o kadar güzeller ki, kasım en sevdiğim ay olacak sırf bu yüzden. sarı, kahverengi, kırmızı yüzlerce yaprağın üstünde yürüyorum. bir yerlerde müzik çalmaya başlıyor. bach ya da vivaldi olabilir -günün saatine göre değişiyor.- tam bugün kıpkırmızı bi' ağaç gördüm, durmadan yere akıyordu yaprakları.
ben mi abartıyorum diyorum kendime. bi' insanın doğaya bakıp sarhoş olması çok mu tuhaf? ben miyim tuhaf olan? hayır inanmıyorum.
romantizm nedir sence?
kocaman bi' masada mum ışığında karşılıklı yenen bi' yemek mi?
pencerenin önünde serenad yapması mı sevgilinin?
pırlanta yüzüğü şampanya bardağında armağan etmesi mi?
cosmopolitan'da bunlardan bahsedip duruyorlar herkese. oysa ne kadar saçma. başkasından öğrenilmiş, ödünç alınmış düşlerle, inceliklerle ne kadar dokunabilir ki insan kendine ya da bi' başkasına?
romantizm, hayattaki o şiiri yakalamaktır. yakaladığını başkasına verebilmektir. hayata gerçekten dokunduğun anlarda ortaya çıkan şeydir.
Çarşamba, Kasım 22, 2006
151
zaman: 09:09
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
5 yorum:
kocaman bi' masada mum ışığında karşılıklı yenen bi' yemek mi?
*
pencerenin önünde serenad yapması mı sevgilinin?
*
pırlanta yüzüğü şampanya bardağında armağan etmesi mi?
bunları okuyunca duraksadım bir an. Demek bu kadar sahteleşmiş duygularımız. Oysa edip cansever ne de güzel anlatmıştır romantizmi,aşkı,bağlılığı...
ve yağmurdan ıslandıkça edirne postası
kil gibi ince istanbul yağmurunun altında
esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
kadının ütülü patiskalardan bir teni
upuzun boynu
kirpikleri
ve sana ahmet abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
sofranı kurardı
elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
cezaevlerine düşsen cigaranı getirirdi
cocuklar doğururdu.
çok severim edip cansever'i de bu şiiri de, teşekkürler 25t:))
sabah taksim de heryerde yapraklar vardı ve benim içim hiç bukadar çoşkuyla dolmamıştı...
yağmur yağar, şimşekler çakar elektrikler kesilsir ve insanlar artık televizyon ya da bilgisayarlarının başında hipnotize olamayacakları için camdan dışarıyı seyretmeye başlarlar. Zaman durmuş gibidir, televizyon şovları, kadın programları, msn, yapmacık olan herşey çıkıverir hayattan, dışarıda gri bir gökyüzü ve gerçeklik kalır. camdan dışarı baktığında diğer camlardan çıkan ve yağmuru seyreden kafaları görürsün.. yaşamak böyle birşeydir.. en fazla kendin bir şarkı mırıldanırsın, akan yağmur değildir içinin kiri pasıdır, anneni hatırlarsın ve diğer büyükleri, ve için sıcacık ve dışarıya inat kuru olur, temiz kuru garip bir hisle, huzur dolarsın..
ta ki elektrikler geri gelene kadar.. yağmur susar, susmasa da artık makine seslerinden duyulmaz olur sesi..
doğa her mevsim, her an kendini yeniliyor, tazeliyor acaba biz ne kadar başarabiliyoruz bunu?
Yorum Gönder