sabah her zamanki gibi evden çıktım. bakkalın yanındaki yokuştan yukarı doğru yürüdüm, merdivenler, biraz daha yokuş, durak. ben her sabah, gümüşsuyu'ndaki beşiktaş dolmuşları ile alman konsolosluğu arasında bulunan durakta otobüs bekliyorum. meydana çok yakın olmasına rağmen yine de oldukça popüler bi' durak olması ilginç gelir bana. neyse kuzum, bu sabah da aynı yoldan geçtim. durağın içinde yüzünü göremediğim bi' adam oturuyordu; kulağındaki volkmenden dışarı gürültülü bi' müzik sızmasına rağmen başı göğsüne düşmüş uyuklar vaziyetteydi.
üzerinde siyah kısa bi' mont, montun içinde fermuarlı taba rengi bi' penye onun içinde de sanırım beyaz bi' gömlek vardı. siyah bi' pantolon ve yine siyah, bi' iki senedir moda olan spor ayakkabılarla kıyafetini tamamlamıştı. şekil verilecek uzunluktaki siyah saçlarının şekli biraz bozulmuştu.
yanıma bi' bayan oturdu, yer vermek için o'na doğru biraz yaklaştım. yayılan kokudan hala dut gibi sarhoş olduğunu ve orda o şekilde sızdığını düşündüm. tam o sırada gelen otobüsteki şoför amca suratıma gülümseyerek ama otobüsü durdurma gereği hissetmeden hızla geçip gitti. suratıma şaşkınlık ifadesi yerleşmiş durumda duraktaki yerime gidip oturdum, sinirlendim. yandaki bayan benim yerime konuştu "manyak bu şoförler! niye durmadı ki?" "bilmem? anlamadım?" "hepsi tuhaf bunların!..." bi’ iki cümle daha söyledi, benden çok sinirlenmişti.
"alllaaaaaahhhıımmmmmm..." diye başladı çatallı, boğuk bi' ses ve "bırakmaaaaaaaaağğğğğğğğğ beaannnniii......kuuuuuuuurrrbaaa......nnnnn...." diye devam etti ve sustu. bi' an irkildim, adamcağıza vahiy falan geldi ya da bi' yerine bi'şey oldu sandım. yandaki bayan kıkırdamaya başladı. durağın önünde duran ve bi' iki dakika önce "ortaköy otobüsleri burdan geçer mi?" diye soran yirmili yaşlardaki delikanlı tedirgin bakışlarını etrafta gezdirdi.
sanırım ayılmaya başlamıştı, ayağa kalktı; dizlerini kırmak suretiyle eğilip kalkarak ve ellerini koşar gibi hareket ettirerek dans etmeye çalıştı. sonra tekrar oturdu. kafasını zar zor kaldırıyor, gözlerini ise açmıyordu. tekrar konuşmaya başladı; "sana ne dedim beennn!! sen güzel şarkı söylüyemiyorsun ama çok güzel dans ediyorsun! maykıl! evet, sana dedimm.....olmaaa...zz... öö....lee...daannsss..." sonra sustu.
yandaki bayan kıkırdamalarını arttırırken eliyle ağzını kapattı. durağın önündeki çocuk yavaş adımlarla durağın kenarında duran başka bi' çocuğun yanına yürüdü.
ayağa kalktı. dans etmeye başladı. dans ederken kah şarkı sözü sandığım kelimeleri söyledi kah hayali insanlarla konuşmalar yaptı. en favori hareketi bir ayağının sertçe diğer ayağının arkasına atıp o hızla yerinde dönmekti. sanırım bunu yaptığında çok mutlu oluyordu. dans ederken biraz kendine geldi. "sigara var mı abi?" "yok..." "olsun." tekrar dansına döndü.
gelip geçenlar baktıkça mutlu oldu. çünkü iyi dans ediyordu ve insanlar ona bakıyordu. biz durakta iki kadın. bize döndü, güldü; "siz var yaaaa... çok şanslısınız!!!" bizde güldük. şanslıydık. kaç kişi, sabahın dokuzunda, durakta, önlerinde dans gösterisi seyretme şansına sahipti?
durağın yanında duran çocuğa dönüp; “sigaran var mı?” “kullanmıyorum.”
tam o sırada otobüs geldi, hayır benimki değil ama yanımdaki bayanın, ortaköy otobüsünü soran çocuğun, durağın yanında dikilenin… velhasıl durağın içinde (dışında insanlar vardı.) baş başa kaldık. oturdu. “sigaran var mı?” “ kullanmıyorum.” güldü. “ben aslında çok iyi bi’ insanım.” çatallaşmış sesi uykusuzluk ve alkolden daha da kalın çıkıyor, konuşurken gidip geliyor. “param da var, zenginim. ailem çok zengin. çok iyi bi’ insanım ben... gerçekten.” bunları anlatırken gülümsüyordu. iyi insanlar hep gülümsemez mi zaten?
arada kopup gidiyor, birisi ya da birileriyle konuşuyor, bağırıp kızıyor, arada dans ediyordu. tekrar yanıma oturdu; o sırada durakta durmuş olan otobüsün içindeki insanları gösterdi yine gülerek “bak nası’ bakıyolar?” gülümsedim.
“ben aslında çok yakışıklıyım. bakma sen, artık pek bakmıyorum kendime, sıkıldım. her şeyi boş verdim. taksim’de kime sorsan tanır beni, maykıl de bilirler. marmaris, bodrum,… her yerde dans ettim.” cebinden nüfus kağıdını çıkardı.”bak ne kadar yakışıklıyım.””evet, gerçekten” “çok zenginiz ama para benim için hiiççç… evim de var, arkadaşlara falan gelin kalın diyorum, takılın. çok iyi bi’ insanım ben aslında. arkadaşlarıma diyorum... sen mesela gelip kal istersen, kim isterse, kim sokakta kalırsa gelsin diyorum.”
söylediklerinin hepsi yalandı. ama anlatırken gözlerinin içi parlıyordu. “insan hayatında bazen bi’ çizgi çeker. kimse anlamaz.”
Cuma, Nisan 21, 2006
76
zaman: 16:16
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
5 yorum:
insanın doğasında var bi' denge arzusu. ama, çekilen acı ve dertler karşısında, mutlulukla durumu dengelemeye çalışmak; kimi etkenlerle dengeyi tamamen kaybetmekle sonuçlanabiliyor bazen. ata binmeye çalışan birinin öteki taraftan düşmesi gibi. alkol, ellerini birlestirip size basamak görevi gören bir arkadaş, siz istemeseniz yardım(!) etmezdi sonuçta.
bu adam ben öss sınavına giderken yine durakta konser veren ve alkış bekleyen mi? stresime stres katan hani?
evet aynı adam:)) selam sö'ledi sana...ehehehe..."ben olmasam kazanamazdı." dedi.
bu süper bişeymiş. böyle insanlara ihtiyacımız var :)
aaa bak nebiş bunu bilmiyodum
demek öss...
şşş
o adam...
şşş
Yorum Gönder