aslında şimdi günün tam bu saatinde ve tamburada çalarken, üstelik etrafta bi' o kadar sessizken ve soğumaya yüz tutmuş istanbul sonbaharında, belki de çok farklı şeyler söylemeliyim. ama uykusuzluk beni sinirli bir insan yapıyor. evet malesef bu da var; tedbirli ve uykusuzluğa dayanıksız biriyim. üstelik gürültücü insanları da sevmiyorum, hayır canım neden nefret edeyim, o kadar değil, sadece sevmiyorum işte.
otobüste yan koltukta oturan kız mesela, hem mütemediyen burnunu çekip -içinde birşey olmayan burun çekilince borazanvari bir ses çıkartabiliyor- hem de sakız çiğniyordu ki aslında bu iki eylemin bir arada yapılması hem kendi hem etraftaki insanların ruh ve beden sağlıkları için hiç iyi değil.
sonra o şişman teyze... hani şu sadece köprüyü geçene kadar, bir durak binen. genelde rastlaşıyoruz; hergün aynı saatteki otobüse binme dakikliğini gösteremeyen ben miyim yoksa o mu çok emin değilim. neyse konuyu dağıtmayayım, neden bu teyzecim her sefer başkalarından akbil istiyor? üstelik elinde hazır bozuk paralarıyla...
gittiğim yol hepi topu yirmi dakika olmasına rağmen hava sıcaklığının hissedilir derecede -bu iki kelimenin biraraya gelince hem bilinmezlik hem de kesinlik içermesi ilginç di' mi?- değişmesinin sebebi nedir?
sonra kafamı kurcalayan daha bir sürü şey var aslında; mesela, uçakların o ağırlığa rağmen nasıl olup da uçabildiklerini bilimsel açıklamalar aklıma yatsa da mantık olarak pek algılayamıyorum. bi' de gemiler tabi, gerçi onlar daha anlaşılabilir. hele telefonlar! sesi tellere yükledin hadi tekrar nasıl çözüyorsun?
bunları boşver sen, aslında can sıkıntısından düşünüyorum, böyle boş şeyler düşünmek insanı dinlendirebiliyor.
dün bi' kaç düğüm öğrendim; sekizli, kelebek, camadan, pursik, kazık... bi' de bu düğümleri kullanarak ipe tırmanıp inmeyi...
Pazartesi, Ekim 02, 2006
136
zaman: 13:13
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
5 yorum:
güzel. yazı yani..
sakın bana tırmanış yaptığını söleme...???? :)))))
benimde kafamı kurcalayan bir sürü şey var, yazını okuyunca aklıma geldi:
- mesela cdlerden dinlediğimiz müzik nasıl olurda aslında lazer ışığıyla okunduktan sonra sese çevrilen ve 0-1'lerden oluşan binary bir dil olur bir türlü anlayamamışımdır.
- sonra düşünce denilen soyut şeyi, bu düşüncelerin dil dediğimiz diğer soyut şeyle ifade edilmesini, hele bu dil'in yazı dediğimiz zımbırtıyla sembolize edilmesini ise hiç idrak edememişimdir.
- doğuştan kör insanlarda renk kavramı olmadığını bilmeme rağmen bizim gördüğümüz renklerin aslında ne olduğu konusu kafamı kurcalayıp durmuştur hep.
- "sonsuz ne demek yahu?" diye düşünmekten deli olmuşumdur mesela.
- insanların varolmayan bir şeye inanıp bağlanmalarını az buçuk anlayabilsem de varolmamak kavramını hiç anlayamamışımdır. bu kavramın nasıl olup da aklımda düşüncelerimde var olduğunu ise hiç mi hiç çözememişimdir.
- çakkıdı gibi rezalet bir şarkının bütün yaz hit olması ve insanlar tarafından beğenilmesi de benim algı kalıplarımın dışında kalmıştır mesela.
- gecenin bu saatinde uyuyup dinlenmek varken ne diye bilgisayar arkasında vakit öldürüp kendime acı çektiriyorum, mazoşist miyim neyim sorusunu da cevaplayamamışımdır hiç bir zaman... hmmm, galiba bu son sorunun cevabını biliyorum.
bikelime; önce hoşgeldiniz efe'nim sonra teşekkürler:)
mathy; yok yok :)
nothing; canı benden çok sıkılanlar da var demek ki:)
bunları öğrenmenin en güzel yolu, madem kendi çocukluğumuzda atladık bazılarını, bir çocuğunuz olursa güzel çocuk dergilerinden (veya çocuk bilim dergilerinden) alıp beraber okumaktır. 'gördün mü şimdi uçaklar nasıl uçuyormuş?..'
Yorum Gönder